Arap baharı kışa dönüşüyor ve soğuk savaş yeniden başlıyor
Arap baharı ile başlayan halk ayaklanmaları Ortadoğu ve Kuzey Afrika ülkelerinin kaderini değiştirmeye devam ediyor. Bu bölgelerdeki radikal değişimler dünyadaki dengeleri alt-üst etti. Mevcut durumu fırsat bilen bazı ülkelerin tutarsız ve maceraperest politikaları yüzünden soğuk savaş dönemi yeniden başlıyor!
Bölgedeki radikal değişimler ve Suriye konusundaki BMdeki iki kutuplu restleşme
Yeniden Doğu, Batı kutuplaşması ve “yeni dönem soğuk savaş”
Yeni Dönem Soğuk Savaşta Türkiye'nin Durumu?
Elbet ki bu durumdan Türkiye’de etkileniyor. Sınırlarında artan terör faaliyetleri bunun bir göstergesi. Türkiye'nin konumunu belirleyecek olaylar birbiri ardınca devam edecek gibi görünüyor. Türkiye'ye karşı başta terör faaliyeti olmak üzere, birçok tuzak kurulmuş durumda.
Türkiye'de Artan Terör Faaliyetleri Neyin Habercisi
Bundan birkaç ay öncesine kadar, Türk Hükümetinin sınır komşuları ile "0 sorun" ve "dostluk konseptine" dayalı ilişkilerin gelişmesi ekonomik, siyasal ve askeri açıdan Türkiye'ye avantaj sağlamıştı. Bu ilişkiler kapsamında Türkiye, düne kadar PKK ve onun İran kolu PJAK’a karşı İran devleti ile ortak operasyonlar ve istihbarat paylaşımı yapıyordu. Bu ortak anlayışa Suriye’de dâhil olmuş, bölgesinde terör faaliyetinde bulunan PKK’lıları yakalayarak Türkiye’ye teslim etmişti. Hatta Suriye ve Türk ordusu arasında stratejik ortaklıklar kurulmuş "muhtemel düşmana karşı" ortak tatbikat yapılmıştı. Bu durum ülkenin lehine iken ne oldu da bölgede her şey bir anda tersine dönmüştü?
Yapılan anketlerde, Türk halkı ülkesini yangın yerine çeviren terör faaliyetlerini destekleyen ülkeler konusunda kızgın durumda ve kendilerine karşı terör faaliyetlerini destekleyen bu unsurlara güçlü bir ders verilmesinin zamanı geldiğini söylüyor.
Türkiye Kritik Konumu
Türkiye bölgesinde sözü geçen bir güç olarak kuvvetlenirken, onu zayıflatacak gelişmelerin tetiklenmesi ne ifade ediyor. Türk hükümetinin bölgesindeki barışçı politikasını provoke eden gelişmeler gösteriyor ki; güçlü bir konumda iken, Türkiye'nin yeniden içe kapanıp kendi sorunlarıyla uğraşmasını hedefleyen güçler Türkiye’nin belirleyici rolünü yok etmek istiyor.
Türkiye Cumhuriyetinin Kurucusu M. Kemal Atatürk’ün “Yurtta Sulh, Dünyada Sulh” politikasını sürdüren on yıldır iktidarda olan Türk hükümetini, etkisiz hale getirmek için önümüzdeki dönemde de olumsuz gelişmelerin artacağını söylemek mümkün.
Her şeye rağmen Türkiye’nin dış politikasındaki pozitivist yaklaşımlar, bu karmaşa içinde bir denge merkezinin Türkiye olacağına dair işaretleri açıkça göstermektedir. Tarihte olduğu gibi jeopolitik açıdan Türkiye’yi avantajlı kılan boğazların önemi daha da artacaktır. Tarihçilerin dediği gibi; 1. Dünya Savaşı’nda İngiliz ve Fransız gemileri Çanakkale ve İstanbul boğazından geçip Bolşeviklere karşı Rus Çar’ına yardım edebilseydi Çarlık Rusya yıkılmayacaktı ve bugün Soğuk Savaş diye bir kavramdan bahsetmeyecektik.
Nato’nun Savunma Kalkanı ve Türkiye
Yeni dönem soğuk savaşın ekonomi koşullu ağırlık merkezi, petrol kaynaklarının bulunduğu yerler (Kıbrıs’ın güney suları ile Suriye, Lübnan İsrail ve Mısır kıyılarına paralel denizalanı) olduğu şimdiden gözlenmektedir. Yakın dönem gerilim alanları yönünden risklerin yüksek olduğu bu coğrafyada, İran, İsrail ve Suriye’deki değişimler belirleyici olacaktır.
Böylesi bir kritik durumda, Türkiye'nin konumu ve topraklarına yerleştirilecek "NATO’nun Füze Savunma Kalkanı"na ait radar sistemleri bu açıdan daha da önemli hale geliyor. Hava savunma sisteminde kontrol merkezi Almanya‘da bulunacak. Merkezde bir Türk subay da yer alacak ve kontrolde Türkiye de söz sahibi olacak. Türkiye, radar sistemi ile elde edilecek bilgilerin İsrail ile paylaşılmasına karşı çıkmıştı. Radarla Türkiye‘nin doğusundaki bölgenin yanı sıra Doğu Akdeniz de izlenebilecek. Füze kalkanı projesinin savunma füzeleri ise Romanya‘ya konuşlandırılacak ve ABD'nin Akdeniz deki 6. Filosu bu sisteme silah kapasitesi ile destek verecek.
Doğu Akdeniz de Sular Isınıyor
Ortadoğu ve Kuzey Afrika’daki halk isyanlarının Suriye’ye sıçramasıyla birlikte başlayan gerilim doğu ve batı arasındaki kutuplaşmayı tetikledi. Suriye’de çıkan halk isyanlarına karşı Esat yönetiminin sert tutumuna karşı çok yönlü yaptırımları öngören BM kararlarını veto eden ve Suriye yönetimini destekleyen Çin ve Rusya’nın tavrı gittikçe netleşiyor.
Her geçen gün doğu ve batı kutuplaşması daha belirgin hale geliyor. Uzmanlar bu durumun artık geri dönülemez hale geldiğini söylüyor
Bununla birlikte Akdeniz'de gerilimin temposu azalmıyor, aksine artarak devam ediyor. Geçtiğimiz günlerde, Kıbrıs Rum Yönetimi’nin Türkiye’ye kafa tutarcasına Doğu Akdeniz’de petrol aramaya kalkışması Türkiye’yi Kıta Sahanlığı konusunda harekete geçirmişti. Türk Deniz Kuvvetleri bölgede devriye gezen savaş gemilerinin sayısını artırmakla kalmadı Koca Piri Reis’i de petrol aramak için bölgeye göndermişti. Aynı dönemde, haber ajanslarına Rusya’nın bölgeye bir uçak gemisi ve iki nükleer denizaltı gönderdiği haberi düşmüştü.
Türkiye bir yanda Doğu Akdeniz’de Kıbrıs Rum Kesimi’nin yarattığı problemlerle uğraşırken diğer tarafta Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy’nin Ermenistan ziyareti sırasında saffetmiş olduğu sözler…
Sarkozy’nin Ermenistan ziyareti sırasında, Türkiye hakkında söylediği olumsuz sözler bir rastlantı değil. Avrupa Birliği içinde Türkiye aleyhine yoğunlaşan aşırı milliyetçi düşünceleri açıkça ifade eden Sarkozy’in hedefinde 2012 seçimleri var. Türkiye’nin birliğe tam üye olmasını istemeyen Avrupalılar, Sarkozy’nin sözlerine karşılık Türkiye’den geçmişte alışık oldukları gibi sert ifadelerin geleceğini beklerken hayal kırıklığına uğramış oldu.
Türkiye’nin yeri ne doğu ne de batıda olacak…
Türkiye, tarihi, sosyokültürel, jeopolitik ve stratejik konumu dolayısı ile üçüncü bir yol izleyerek küresel barışın merkezi olacağı görülmektedir.
Türkiye’nin bir denge merkezi olacağına ilişkin görünen sebebi, Türkiye’nin büyümesi, gelişmesi ve dünyadaki yerini almasıdır. Aynı zamanda Türkiye'nin yabancı yatırımcılar için güvenli bölge olması da en büyük etkenlerden arasındadır.
Ortadoğu da, Arap baharının kışa dönüştüğü bu süreçte, beklenen tehlike nedir.
Bölgedeki tehdit unsuru yüksek silahların gücü ve etki alanı ne durumda. Bunlara bir göz atalım:
Suriye'nin saldırı kapasitesi
Son yıllarda, İran ve Rusya yaptığı teçhizat yardımlarıyla yeniden güçlenen Suriye Ordusu'nun elindeki Karadan karaya Füze (SSM)'lerin menzilleri Bütün İsrail’i vurabilecek güçte. Suriye Kara Kuvvetlerini envanterinde toplamda 100 civarında hareketli bataryada 850 adet SSM Roketi bulunuyor. Bunlar arasında Irak'ın 1991 Körfez savaşı sırasında İsrail’e fırlattığı Scud füzeleri de var. Uluslararası askeri havacılık sitesi www.xairforces.net verilerine göre Suyiye'de: Mobilize taktik füze bataryası olarak; 18 Scud-B/Scud-C/Scud-D; 30 look-a-like; 18 FROG-7; 18+ SS-21 Tochka (Scarab); 4 SS-C-1B Sepal; 6 SS-C-3 Styx bulunmakta.
Özellikle İsrail ordusuna karşı konumlanmış bir Saldırı gücü
İsrail’in kurulduğu 1948 de başlayan Arap-İsrail Savaşı, 1956 Süveyş Krizi, 1967 Altı Gün Savaşı, 1973 Yom Kippur Savaşı,1982 Lübnan Savaşı sırasında İsrail ile 5 kez çatışan Suriye’nin silahlı gücü İsrail ordusuna karşı konumlanmış durumda idi. Her ne kadar hiç kimse böyle bir ortamda Suriye ile İsrail arasında topyekûn bir savaş çıkabileceğine ihtimal vermese de, Suriye'nin elindeki konvansiyonel silahların gittikçe demode olmasının bu ülkeyi İsrail karşısında taktik füzelere olan bağımlılığını daha fazla hale getirdiğini ifade eden askeri uzmanlar ülkedeki kaosun her an içinden çıkılamaz hale gelmesiyle Esat rejiminin orta ve uzun menzilli bu silahların kontrolünü elinden kaybetme ihtimalinin yüksek olduğunu belirtiyorlar.
Ordudaki bölünme ve silahların kontrolü
Yakın dönemde sınırlarımızın ötesinde radikal değişimlerin olacağı konusunda işaretler belirginleşiyor. Suriye ordusunun ağır silahları altında operasyona tabi tutulan bazı şehirler çıkış yolu olarak kendi hükümetini oluşturabilir. Bu çerçevede önce Esat rejiminin ordusuna asker göndermeyi reddeden bu şehirlerde firar eden askerlerin muhaliflerin safına geçtiği haberleri daha önce çeşitli haber ajanlarınca duyurulmuştu. Bağımsız haber kaynakları, ordu içinde karşılıklı çatışmaların başladığını ve ülke içinde bölünme yaşanmasının an meselesi olduğunu ifade ediyor. Bölgedeki gelişmeler, Suriye ülkesi ve ordusu ile ikiye bölünmesi halinde İran'ın bölgedeki silahlı gücü Hizbullah'ın Esat rejimini yanında savaş vaziyeti alacağını gösteriyor.
Suriye'nin elindeki en güçlü kozu "Uzun menzilli roketler" Hizbullah'a
Hizbullah'ın askeri kanadı ile İsrail Silahlı Kuvvetleri arasında 12 Temmuz - 14 Ağustos 2006 tarihleri arasında yaşanan İsrail-Lübnan Savaşı sırasında Hizbullah, güney Lübnan'daki mevzilerinden İsrail'in kuzeyindeki şehir kasaba ve köylere 3.970 roket fırlatmıştı. İsrail Savunma bakanı Hizbullah'ın saldırılarının başlamasından sonra yaklaşık 1.000.000 sivilin ülkenin değişik bölgelerine yerleştirildiğini açıklamıştı. Hizbullah o dönemde elinde 13.000 adet roketin olduğunu ve İsrail hava saldırılarını devam etmesi halinde bunları kullanacağını iddia etmişti. Neticede İsrail kara ve hava operasyonlarını durdurup sınırlarına çekilmek zorunda kalmıştı. Hizbullah'ın İsrail’i tehdit ettiği roketler ikinci dünya savaşı sırasında Alman ve Rus teknolojisine dayalı Katyuşa tipi roketlerdi.
2006'da İsrail ile çatışmaktan kaçınan Esat rejimi, Suriye topraklarında bulundurduğu cephanelikleri, muhalif güçlerin eline geçmesine karşı tedbir olarak bölgedeki en yakın müttefiki Hizbullah'ın kontrolüne bırakabilir. Bu durum İran kontrolündeki Hizbullah'ın Saldırı ve ateş gücü kapasitesinin Bütün İsrail topraklarını menzili içine alacağı anlamına gelir. İsrail’in ve bazı ülkelerin korkulu kabusu, yıkıcı gücü yüksek bu roketlerin Hizbullah kontrolüne girmesi demek; bilinen bütün hesapları alt üst edebilir.
İran'n gücü Hizbullah
İran’ın kendisine yapılacak ABD destekli olası bir İsrail hava operasyonuna karşılık İran destekli Hizbullah örgütü de Güney Lübnan mevzilerinden katılır ise İsrail açısından bu roketleri önleyebilmek için reaksiyon süresi kısa olacaktır. 2006daki savaşta görüldüğü gibi önleme sistemlerinin isabet ve başarı oranı çok düşük olacaktır.
İsrail Nükleer Füzeleri, İran ve Türkiye dahil bütün bölgeyi vuracak nitelikte.
Buna karşın İsrail'in balistik füzeleri, Yakın ve Ortadoğu'daki bütün şehirleri ve askeri hedefleri vurabilecek kabiliyette. Hedefe isabet oranı son derece yüksek olan Jericho-2B tipi balistik füzeler, taşıyabildikleri nükleer savaş başlıklarıyla 1.660 km. hedef çapına sahiptirler ve bu mesafe Türkiye sınırlarındaki her noktaya ulaşabilecekleri anlamına gelir. Bu uzun menzilli füzelerin yan ısıra, İsrail ordusunun envanterinde Jericho-1 tipi 650 km menzilli, ve MGM5-2C Lance tipi 130 km menzilli füzeler bulunmaktadır. İsrail Ordusu ayrıca nükleer savaş başlıklarını yükleyebileceği bombardıman uçakları ve nükleer başlıklı füzelerini denizden fırlatabilecek denizaltılara sahip.
İsrail'in kitle imha silahlarına sahip olduğu inkar etmeyen ABD, İsrail'in bunu kendini savunmak için geliştirdiğini belirtiyor. İsrail ayrıca Nükleer Silahsızlanma Anlaşması'nı imzalamayan ülkeler arasında yer alıyor. İsrail'in nükleer başlıklı silahlara sahip olduğu ve Negev çölündeki Dimona Nükleer Reaktörü'nde üretimini yaptığını ilk kez 1986 yılında Londra'da belgeleriyle açıklayan teknisyen Mordechai Vannunu, 1986′da MOSSAD tarafından Roma'dan kaçırılarak ülkesine getirilmiş ve 18 yıl tamamen izole edilmiş koşullarda Ashkelon cezaevinde yatıktan sonra 2004′te koşullu serbest bırakılmıştı.
Dünyanın altıncı büyük nükleer gücü olan İsrail ve olası "Nükleer Felaket"
İsrail devleti resmen kabul etmese de elinde bulundurduğu 350 civarındaki nükleer bomba kapasitesi ile kitle imha silahlarına sahip dünyanın 6. büyük ülke konumunda. İsrail’in sahip olduğu nükleer silahlar ABD’nin elindekilere kıyasla az miktarda ama bütün orta doğudaki şehirleri yok edebilecek kapasitede olduğu Nükller silah karşıtı bağımsız organizasyonlarca doğrulanıyor.
1967'den beri ABD, Rusya, Çin, İngiltere ve Fransa`dan sonra yüzlerce nükleer, termo nükleer silahlara elinde tutan İsrail, 1967,1973, 1982 Araplara karşı topyekun bir savaşa girmişti. 2006'daki Lübnan savaşı dahil elindeki Nükleer gücü sınır komşularına karşı kullanmadı. Sınırlarına yakın bir Nükleer saldırı durumunda İsraillilerin nükleer serpintiden etkileneceği biliniyor. Sınır komşuları ile yapılan Arap-İsrail savaşları sürecinde ve bugün İsrail kendi kamuoyunu olumsuz etkilemek için "nükleer silahları" olduğu konusundaki "caydırıcı gücünü" yıllardır gizlemek zorunda kalmıştı.
Fütürist Analistler; "İsrail'in yeni Düşmanları”nı kendi ülkelerinden uzakta olmasının "Nükleer güç" seçeneğini kullanabileceği sonucunu çıkartıyor. Analistler göre "İsrail böyle bir durumda öncelikle Nükleer silahlarının olduğunu ilişkin kanıtları el altından da olsa bir şekilde ortaya koyabilir bu ve "korkutucu koz”una başvurabilir. Karşı tarafı bununla tehdit eder.
İsrail'in düşmanı İran'a karşı "caydırıcı kozu" da işe yaramaz ve önümüzdeki dönemde gerilimin tırmanması ile ikinci aşamaya geçeceğini ve sınırlı hava saldırıları ile karşılık verebileceği belirtiliyor.
Üçüncü aşama ise en korkuncu: Buna göre ülkesinin varlığını tehdit altında görmesi halinde, İsrailli fanatiklerin bu silahları saldırı amaçlı kullanabileceği ve olası bir Nükleer felaketin üçüncü dünya savaşını tetikleyeceğinden bahsediliyor.
Bu sonuçları açısından tarafı olan herkese zarar verecek sıcak çatışma süreci her an tetiklenebilir.
" Düşünülmesi dahi çok korkunç"
Osman Tüfekçi
Xairforces Strateji Editörü
(20.10.2011)
|